Episodios

  • Bu yol değil: Fasilitasyonun anti-el kitabı
    May 26 2025

    Uzun bir zamandır fasilitasyon konusunda bir bölüm daha kaydetmek istiyordum. En son dört yıl önce Fasilitasyon 101 diye bir bölüm yayınlamıştım, yaptığım bir webinarın kaydını paylaşmıştım. Aradan epey zaman geçti ben de daha çok tecrübe kazandım bu sürede. Geçende kütüphanemi düzenlerken geçen yıl yayınlanan “This is not the way” adlı kitabı hatırladım. Kitabı benim fasilitasyona tutulmama vesile olan (2008 yılında tanıştığım) Andy Reid yazmıştı. Hatta podcastimin de ikinci konuğuydu Andy, neredeyse bundan 6 yıl önce.

    Bu bölümde önce onun kitap hakkında verdiği bir söyleşiyi ardından kitabın çok genel bir özetini paylaşacağım. Benim fasiltasyon hikayem yine başka bir bölüme kalıyor, bilmiyorum belki ben de bir kitap yazarım.

    Support the show

    Más Menos
    16 m
  • der ya Sinema Kulübü ile Yaşamın Kıyısında
    May 19 2025

    Sinema Kulübü’müzün 22’inci buluşmasında Kenneth Lonergan’ın yönettiği, başrollerinde Casey Affleck, Michelle Williams ve Lucas Hedges’in yer aldığı, 2016 yılı yapımı, orijinal adı “Manchester by the Sea” olan, bizde “Yaşamın Kıyısında” adıyla gösterime giren filmi konuştuk.

    Film, Boston’da kapıcılık yapan ve hayattan elini eteğini çekmiş gibi görünen Lee Chandler’ın, abisinin ani ölümü sonrası memleketi Manchester-by-the-Sea’ye dönmesiyle başlıyor. Abisinin oğluna vasilik yapması istenen Lee, geçmişte yaşadığı büyük bir trajedinin gölgesinde, hem kasabayla hem de kendi vicdanıyla hesaplaşmak zorunda kalıyor.

    Yaşamın Kıyısında, kayıp, suçluluk ve yas temalarını sade ama etkileyici bir dille işlerken; bastırılmış duygularla dolu karakterleri ve ağır ilerleyen anlatımıyla izleyicide derin bir iz bırakıyor.

    Film, 2017 Akademi Ödülleri’nde Casey Affleck’e En İyi Erkek Oyuncu ve senaristi aynı zamanda filmin yönetmeni olan Kenneth Lonergan’a En İyi Orijinal Senaryo dallarında Oscar kazandırdı.

    Bütün oyuncular iyiydi, özellikle Casey Affleck’in içine kapanık, kırılgan ama taş gibi duran karakter yorumunu çok gerçekçi bulduk. Film, görüntüleriyle, müziğiyle, sarsıcı geçmiş-günümüz geçişleri ile hepimizi oldukça etkilemiş ve alışılageldik Amerikan filmlerinden oldukça ayrışıyor.

    Sohbetimizde bu duygusal yoğunluğu yüksek filmi nasıl deneyimlediğimizi, karakterleri nasıl yorumladığımızı ve kendi hayatlarımızla nasıl bağlar kurduğumuzu konuştuk. Hepimizin yakından veya uzaktan şahit olduğumuz benzer trajediler var, o insanların hayatlarına nasıl devam ettikleri de farklılaşıyor. Hayat o insanlar için bir şekilde devam ediyor ama toplum olarak kesinlikle daha duyarlı davranmamız lazım, o insanları yargılamadan önce. Ben de bu hatayı yaptığımı farkına vardım Lee’nin hayatına nasıl devam ettiğini sorgularken.

    Her zaman olduğu gibi izlemediyseniz önce filmi izlemenizi ardından bizi dinlemenizi öneririm.

    Bu bölümde yer verebildiğim arkadaşlarım

    (02:25) Yelda Erdoğan, (04:00) Uğur İyidoğan, (05:00) Mete Yurtsever, (06:03) Yelda Erdoğan, (08:05) Didem Güçlü İlgün, (11:50) Olcay Büyükçapar, (13:21) Mete-Yelda-Didem, (15:59) Ebru Vural, (17:52) Didem Güçlü İlgün, (19:40) Mete-Yelda ve (20:32) Olcay Büyükçapar

    Support the show

    Más Menos
    23 m
  • Hale Acun Aydın ile Türk İşi Minimalizm
    May 12 2025

    Bu bölümde, Türkiye'de minimalizm akımının öncülerinden ve Türk İşi Minimalizm'in kurucusu Hale Acun Aydın'ı ağırlıyorum. Hale, minimalizmi sadece bir yaşam tarzı olarak benimsemekle kalmamış, aynı zamanda bu sadeleşmenin kendi hayatına kattığı değerleri keşfederek çevresi ve takipçileriyle de paylaşmış ilham verici bir isim.

    Bir zamanların hevesli bir 'istifçisi' olarak, Hale'nin minimalist felsefesine duyduğum merak uzun süredir devam ediyordu ve nihayet onu podcastime konuk alabildim.

    Minimalist bir yaşamın potansiyelini düşündüğümüzde, daha az stres, daha fazla zaman, finansal özgürlük, çevresel bilinç, derinleşen bir anlam arayışı ve artan kişisel özgürlük gibi pek çok cazip vaadi var. Bu sohbetimizde Hale, yıllar içinde edindiği değerli deneyimleri ve kendi minimalizm yolculuğunun nasıl şekillendiğini samimiyetle paylaştı. Özellikle kıyafet seçiminde yapılan küçük bir sadeleşmenin bile hayatımızda ne denli büyük ve olumlu değişimlere kapı aralayabileceğine dair Hale'nin görüşleri çok çarpıcı. Kapsül gardırop yaklaşımını bir de onun deneyimlerinden dinlemenizi hararetle tavsiye ederim.

    Hale, kurumsal eğitim alanındaki zengin deneyimlerini ve iş-yaşam dengesi, minimalizm ve sürdürülebilirlik gibi önemli temaları harmanlayarak bu konuların nasıl bir evrim geçirdiğini bizlerle paylaştı. Şirketlerin özel ihtiyaçlarına yönelik eğitimler tasarlamaktan duyduğu keyfi dile getirirken, kişisel refahın iş performansına olan doğrudan etkisine de dikkat çekiyor.

    Hale'nin özellikle vurguladığı ve benim de tüm kalbimle katıldığım bir nokta ise, içinde bulunduğumuz toplulukların paylaşım ekonomisi açısından ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğu. Benim de sıklıkla dile getirdiğim ve kendi topluluklarımda hayata geçirmeye çalıştığım bu konuda, insanların hem iş hem de özel yaşamlarında kaynakları ve deneyimleri paylaşmasının harika örneklerini görüyoruz. Ancak bu alanda kat etmemiz gereken daha çok yol olduğuna da inanıyoruz.

    Umarım bu bölümü dinledikten sonra sizler de yepyeni bakış açıları kazanır ve kendi sadeleşme ve paylaşma yolculuğunuzda daha güçlü bir motivasyonla ilerlersiniz.

    Hale Acun Aydın’ın Instagram hesabı:
    https://www.instagram.com/turkisiminimalizm/

    Hale Acun Aydın’ın Linkedin sayfası:
    https://www.linkedin.com/in/haleacun/

    Support the show

    Más Menos
    39 m
  • der ya Kitap Kulübü ile Toksik Olumlama
    May 5 2025

    Kitap Kulübümüzün 52inci buluşmasında Whitney Goodman’ın “Toksik Olumlama” adlı kitabını konuştuk.

    Kitabın alt başlığı içeriği hakkında daha iyi fikir veriyor; Mutlu Olmakla Kafayı Bozmuş Bir Dünyada Kendin Olmak.

    Mutlu olmaya o kadar takıntılı hale gelmişiz ki, mutluluğa engel teşkil ettiğini düşündüğümüz her şeyden kaçınmaya çalışıyoruz. Buna kendi hislerimiz de dahil, başkalarının hissettikleri de.

    Olumlu bakmanın, sonuçları da olumlu etkileyeceği kabulü içimize işlemiş. Doğrusu ben de buna samimi olarak inanlardanım. Goodman ise bunun bazı koşullara bağlı olduğunu anlatıyor ve dengeye dikkat çekiyor. Ne zaman olumlu bakmak zorlayıcıysa orada biraz düşünmek lazım, ne hissettiğimizi dinlemek ve izin vermek lazım. Çünkü hislerimizi çalıştığımızda onlardan öğreneceklerimiz var.

    Kitapta ilgimi çeken ve işime gelen bir tespit de “yüksek özgüvenli insanlarda olumlu düşünmenin işe yaradığı, aksi halde ters tepebileceği”. Yüksek özgüvenin neye dayandığı da önemli tabii. Ben kendi adıma benimkinin altının boş olmadığını ümit ediyorum.

    Kitapta bana yeni bir kapı açan bir diğer ifade ise “aynı anda hem hislerinizi onaylamak hem de minnet duymak için alan açabilirsiniz”. Yani canınızı sıkan bir şey olduğunda minnet duyma baskısına teslim olup hissettiklerinizi bastırmamanız, kendinizi suçlamamanız lazım.

    Kulağıma küpe olan bir tavsiye de, ki bu benim çok düştüğüm bir tuzak; karşıdakini kendim gibi düşünmek ve ona nasihata girişmek. Yani bana şöyle düşünmek iyi gelirdi deyip ona bana iyi geleceğini düşündüğüm sözler söylemek. Oysa karşıdakinin ihtiyacını anlamaya odaklanmalı, sadece içini dökmek istiyor olabilir, bir tavsiyeye hazır olmayabilir. Yani varsaymamak ve kahramanlığa soyunmamak gerek,

    Sonuç olarak kitap ölçüsüz bir şekilde olumluluk yaymanın, hisleri bastırmanın yarardan çok zarar getirebileceğini, bu baskıyı kurduğumuz insanları incitebileceğini söylüyor. Söz alan arkadaşlar kitaba çok yüksek puan vermeseler de belli açılardan aydınlanma yaşadıklarını söylediler. Bence de kulak vermeye değer görüşler var kitapta.

    Bu bölümde görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım:

    (02:34) Müge İrfanoğlu, (05:01) Uğur İyidoğan, (06:22) Halime Özben Hacı, (09:10) Müge İrfanoğlu, (10:12) Elif Burcu Yılmaz, (12:55) Mehpare Şayan Kileci, (13:48) Suat Soy, (17:03) Uğur İyidoğan, (19:55) Ayşen Uslu, (21:37) Yasemin Karakaya ve (29:32) Ömer Tural

    Support the show

    Más Menos
    34 m
  • der ya Sinema Kulübü ile Zavallılar
    Apr 28 2025

    “Sinema Kulübü’müzün 21’inci buluşmasında Yorgos Lanthimos’un yönettiği, başrollerinde Emma Stone, Mark Ruffalo ve Willem Dafoe’nun yer aldığı, 2023 yılı yapımı, orijinal adı “Poor Things” olan, bizde “Zavallılar” adıyla gösterime giren filmi konuştuk.

    Filmde, Victoria dönemi atmosferinde, eksantrik bilim insanı Dr. Godwin Baxter tarafından yeniden hayata döndürülen Bella Baxter’ın, kendi kimliğini ve özgürlüğünü keşfetme yolculuğunu anlatılıyor. Bella, ilk başta dünyaya karşı tamamen masum ve bilgisiz bir şekilde yaklaşırken, zamanla hem bireysel arzularını hem de toplumsal baskıları sorgulamaya başlıyor.

    Victoria dönemi Kraliçe Viktoriya’nın hüküm sürdüğü 1837-1901 yıllarına karşılık geliyor ve bu dönem sanayi devrimi ile birlikte emek sömürüsü ve işçi hakları gibi toplumsal ve ekonomik konularla anılıyor. Günümüzde de iş hayatını ve toplumsal hayatı kökten değiştiren teknolojik ve siyasi bir atmosferden geçerken film yaşadıklarımıza bir anlamda ışık tutuyor.

    Film, büyüme, özgürleşme ve kişisel iradenin oluşumu temalarını, mizahi bir dille ve çarpıcı görselliklerle işliyor. Bella’nın hikâyesi, özellikle kadınların kendi hayatları üzerinde söz sahibi olabilmesi, toplumun dayattığı rollerin aşılması ve bireyin yeniden doğarak kendi yolunu çizmesi üzerine derinlikli bir anlatı sunuyor. Yorgos Lanthimos, seyirciyi hem görsel olarak büyülüyor hem de rahatsız edici derecede doğrudan sorular sormaya teşvik ediyor. Gerçekten üzerinde uzun uzun konuşabileceğimiz replikler var.

    Film, 96. Akademi Ödülleri’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo’nun da aralarında olduğu 11 dalda Oscar’a aday gösterildi. En İyi Kadın Oyuncu (Emma Stone), En İyi Prodüksiyon Tasarımı, En İyi Kostüm Tasarımı ve En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı olmak üzere dört dalda Oscar ödülüne layık görüldü.

    Biz de oyunculukları çok beğendik, çünkü çok fantastik öğeler barındıran bir ortamda o karakterleri yaratmak bir ustalık işi. Filmi hem görsel nitelikleriyle hem de mesajlarıyla beğendik, size de önce izlemenizi sonra bizi dinlemenizi tavsiye ederiz.

    Bu bölümde görüşlerine yer verebildiğim arkadaşlarım

    (02:35) Suat Soy, (06:48) Elif Burcu Yılmaz, (08:55) Ebru Vural, (10:24) Olcay Çat, (11:35) Cem Çağatay Karaali, (14:54) Uğur İyidoğan ve (16:22) Gamze Şenfer.

    Support the show

    Más Menos
    20 m
  • der ya Kitap Kulübü ile Normal Efsanesi
    Apr 21 2025

    Kitap Kulübümüzün 51inci buluşmasında Dr.Gabor Maté’nin oğlu Daniel Maté ile kaleme aldığı 'Normal Efsanesi' adlı kitabı konuştuk.

    Gabor Maté, Macar asıllı Kanadalı bir hekim, yazar ve travma uzmanı. 1944’te Budapeşte’de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, Holokost’un hemen ardından annesiyle birlikte Kanada’ya göç etmiş. Ailesinin Holokost sırasında yaşadığı travmalar, onun özellikle travma, stres ve bağımlılık konularına yönelmesine yol açmış. Maté, bireyin duygusal geçmişini ve toplumsal bağlamını merkeze alan bütüncül sağlık anlayışıyla tanınır.

    Maté, modern yaşamın “normal” kabul edilen biçimlerinin aslında bireylerde kronik stres, travma ve hastalıklara yol açtığını savunuyor. Özellikle çocuklukta başlayan duygusal yaraların, güvenli bağlanma eksikliğiyle birlikte kalıcı izler bıraktığını belirtiyor.

    Maté, bastırılmış duyguların bağışıklık sistemi üzerinde yıkıcı etkiler yarattığını ve pek çok hastalığın temelinde bu stresin yattığını vurguluyor. İyileşmenin ise, kişinin doğasıyla yeniden bağlantı kurması ve bilinçli farkındalık yoluyla kendi özüne dönmesiyle mümkün olabileceğini söylüyor.

    Biz de son dönemde okuduğumuz kitaplarda hep bu sistem kaynaklı sorunlara dikkat çekildiğini görüyoruz. Bireyler olarak kendimizi suçlamanın da bir sınırı var, bütün sistem bizi eksikliklerimizi gözümüze sokarak tüketerek tamamlanmaya zorlarken, bizi biz yapan üretimden uzaklaşıyoruz, alışveriş merkezlerine, telefonlara, ekranlara gömülüyoruz. Doğadan, sahici sosyalleşmeden, paylaşmadan uzaklaşıyoruz.

    Dr. Agah Aydın’ı kitap hakkında araştırma yaparken tesadüfen keşfettim ama üyelerimiz arasında epey seveni varmış. O da 12 yıl önce yayınlanmış bir videoda profesyonellik diye sunulan kavramın duyarsızlaştırma ve ahlaksızlık olduğunu iddia ediyor. Yani insani olandan uzaklaşmanın, duygusuzlaşmanın şiddet olarak geri döndüğünü anlatıyor, bu çalışma düzeninin sürdürülemeyeceğini söylüyor, “belki 20 yıl, belki 30 yıl gider” diyor. Biz de kendisine katılıyoruz sanırım, bugün iş yaşamı on yıl öncesine göre daha karanlıksa, yeni bir güne daha yakın olduğumuza inanmak istiyorum.

    (02:37) Yasemin Karakaya, (10:25) Bengü İlhan, (11:47) Alim Küçükpehlivan, (14:12) Mürsel Çavuş, (17:23) Suat Soy, (20:28) Betül Akan, (23:32) Dilek Geçit, (28:25) Aydan İrem Sungur, (32:50) Hatice Ergüven Doydum.

    Support the show

    Más Menos
    37 m
  • der ya Sinema Kulübü ile Kral Richard
    Apr 14 2025

    Sinema Kulübü’müzün 20inci buluşmasında Reinaldo Marcus Green’in yönettiği başrolünde Will Smith’in oynadığı 2021 yılı yapımı orijinal adı “King Richard” olan, bizde “Kral Richard” adıyla gösterime giren filmi konuştuk.

    Film tenis dünyasının iki süperstarı Venus ve Serena Williams’ın olağanüstü yükselişinin arkasındaki adam olan babaları Richard Williams’ın hikayesini anlatıyor. Film, Richard’ın azmi, vizyonu ve sıra dışı antrenman yöntemleriyle kızlarını Compton gibi zorlu bir mahalleden çıkararak dünya sahnesine taşımasını konu ediyor. Gerçek olaylara dayanan bu biyografik film, bir babanın hayalleriyle, sistemle mücadelesi ve ailesine olan sarsılmaz inancı etrafında dönüyor.

    Öncelikle Will Smith’in bu rolü ile En İyi Erkek Oyuncu Oskar’ını kazandığını hatırlatalım. Ancak o törende tarihe geçen bir an daha olmuştu; bu ödülü almasından 40 dakika önce, yaptığı espiri nedeniyle Chris Rock’a sahnede bir tokat atmıştı. Sonrasında Akademi ona 2032 yılına kadar uzaklaştırma cezası vermişti.

    Olay sonradan çok tartışıldı ama ne tuhaftır ki, Smith’in filmdeki rolü de böyle bir şiddete başvurma seçeneği ile karşı karşıya kalıyor ama o farklı sonuçlanıyor, izlerseniz göreceksiniz. Öte yandan kadının yani annenin rolünü biraz arka planda bırakmasına da takıldık biraz.

    Film tüm ebeveynlerin kendine sorduğu bir soruyu çağrıştırıyor. Çocuklarımızı potansiyelleri için mi, yoksa bunu kendi meselemiz haline getirdiğimiz için mi zorluyoruz?

    Filmde bunun uç bir örneğini görüyoruz belki de; Richard sanki hiçbir zaman keyif almakla ilgili değil sonuca odaklanmış bir disiplinle çocuklarını çalıştırıyor. Serena ve Venus böyle koşullandıkları ve zafere ulaştıkları için belki mutlular ama bu soru içimizde hep var, çocuklar ebevynlerini veya başkalarını mutlu etmek, beklentilerini karşılamak için mi kendilerini paralıyorlar, yoksa içten istedikleri için mi? Bu bir noktada acısı çıktığı zaman anlaşılıyor. Onlar gerçek hikayelerinde bunu çok da ele vermiyorlar gibiyse de geçen ay kitap kulübünde okuduğumuz Gabor Maté’nin Normal Efsanesi kitabında bir bölümün girişinde Venus Williams’ın şu sözü var. “Çoğu zaman kendimi kötü hissettiğimde kendimi iyi hissediyormuş gibi davranmak zorunda kaldım”

    Hollywood sinemasında bazı filmlerde bastırılmış olmanın ezilen olmanın etkilerini görüyoruz. Umudunu kaybetme’de, bu filmde veya Michael Jordan’ın hikayesinin anlatıldığı Nike Air filminde, bu sınıfların varını yoğunu ortaya koyup çalışması var. Bu Amerikan sinemasının özürü mü yoksa Amerikan rüyası propagandası mı bilmiyorum ama hep kendini yoktan var eden insanların, özellikle Afro Amerikalıların böyle zafer hikayeleri var. Avrupa sinemasından (ve tabii kültüründen de) böyle ayrılıyor sanırım, zira Avrupa sineması daha çok gerçekliği yüzümüze vurur, rahatlatmak yerine rahatsız edicidir ve “çözüm yok ama farkında olun” der.

    Biz yine de filmi izlemeye değer bulduk, size de tavsiye ederiz.

    (03:20) Belgin Elmas (09:10) Uğur İyidoğan (12:24) Burcu Hanım (14:13) Feyza Demir (18:06) Burcu Hanım (18:50) Elif Burcu Yılmaz

    Support the show

    Más Menos
    24 m
  • Phill Agnew ile Basitleştirilmiş Davranış Bilimi
    Apr 7 2025

    Bu bölümde, İngiltere'nin en çok dinlenen pazarlama podcast'i "Nudge"ın yaratıcısı Phill Agnew ile yaptığım, geçtiğimiz hafta yayınladığım söyleşinin bir özetini size sunuyorum.

    Pazarlamadan psikolojiye uzanan bu sohbet, seçimlerimizi nelerin etkilediğini ve kararlarımızın arkasındaki sırları açığa çıkarıyor. Süpermarketlerdeki basit bir düzenlemeden, büyük şirketlerin stratejilerine kadar, her yerde karşımıza çıkan "dürtme" sanatını keşfediyoruz. İnsanların neden belirli bir şekilde davrandığını anlamak, hem iş dünyasında hem de günlük hayatta bize yeni kapılar açabilir.

    Phill, davranış biliminin pratik kullanımlarda nasıl uygulandığını teorinin ötesine geçerek gerçek dünya örnekleri ve kendi denemeleriyle anlattı. Ayrıca "dürtme"nin etik yönlerini ve onu sorumlu bir şekilde kullanmanın ne kadar önemli olduğunu da konuştuk. Yapay zekanın pazarlamanın geleceğindeki olası rolünü ve nihayetinde insan davranışının doğal irrasyonelliğini aşıp aşamayacağını tartıştık.

    Bu bölüm, yalnızca iş ve pazarlama için değil, aynı zamanda insanların nasıl karar verdiklerine ve etkileşime girdiğine dair çok sayıda yararlı fikir ve kaynak sunuyor.

    Phill'in podcastinin yanı sıra haber bültenine dahil olmanızı ve bu bağlantıdaki formu doldurarak 25 kitaplık okuma listesini indirmenizi hararetle tavsiye ederim:

    https://nudge.kit.com/reading-list

    Support the show

    Más Menos
    15 m
adbl_web_global_use_to_activate_T1_webcro805_stickypopup